20 Eylül 2007 Perşembe

YOLLARINA BAKMAKTAN GENÇLİĞİM HEDER OLDU

Dışarıda biraz kar biraz yağmur var… Günlerdir güneş yüzü görmedim. Bütün sokaklar bomboş. Bir tek ben yollardayım, böyle yalnız ve serseri. Bir film sahnesine sıkışmışım sanki, hep sana son kez baktığım günü yaşıyorum.
Kendi hayatımızın kareleri içinde bazı sahnelere tutulup kalıyoruz işte. Hep karlar altında yürüyorum bu karede... Sen, pencerenin önünde sokaktan gelişimi izliyorsun.
Ellerimde tuhaf bir burukluk nüksediyor, avuçlarımdaki kurumuş gül yaprakları anılardan yorulmuş ve buruşmuş bir şekilde kederleniyor.

Sanki senden bir haber verecekmiş gibi yağmurlara soruyorum seni… Belki yine geçerim kapının önünden, belki ansızın çıkagelirim şehir her günkü uykusundan uyanmadan önce bir nisan sabahı. Kalbim bir istinatsızlık hali içinde boşlukta salınıyor. Nicedir senin yokluğunu kavrayamaz haller içindeyim.

Yağmur ve sen nasılda yakışırdınız. Benim tutulup kaldığım sahnede biraz kar ve biraz yağmur yağıyor sürekli. Bir hasret oluyor sonra aşk. Sonra sonsuz bir özlem. Ufku bölercesine bakıyorum gün batımına. Yollar ve mesafeleri bir çırpıda geçmek istiyorum. Bütün şehirlerden sana seslenmek istiyorum.

Sen buruk bir eylülde kimsesiz bir hüzne kapıldın. Hayatının her anında ve tüm gecelerinde sana sonsuz bir aşkla seslendim. Seslenmek… İnsan bu dünyada yalnız seslenmekle kalıyor. Hüznün mahcup yalnızlığında çok zaman seslenmekten bile mahrum kalıyoruz. Aşk, ölümlülerin dudağında günlük bir sohbet konusu olarak kalıyor. Ah ölümlü bir varlıkla nasıl sonsuza dek seveceğiz.

Varolmak bir hasretliktir. Bu dünyada dağlar başında konakladığımız her gün hasretimiz bir hüzne dönüşüyor. Alınyazısına sıkışmış mutluluklarla yarın için bir teselli arıyoruz. Yolu bilseydik keşke. Bilseydik, kervan nerede, hangi yol serüvenimizi sağ salim sona erdirir. Hiçbir yolcu hiçbir yerde gerektiğinden fazla kalmamalı. Sen ansızın gitmeyi yeğledin. Oysa bembeyaz bir dünya sunacaktım yetişebilseydim ardından… Gitmek ölümle eşdeğerdi. Ölüm, kapımızda uyuyan bir misafirdi senin için. Gittin ve yıkıldı bu şehir. Geride acıdan konuşamayan ihtiyarlar ve çocuklar kaldı.

“Bu akşam çok efkârlıyım
Kalbim neden kan ağlıyor
Bunu bir bilsen sevgilim”

Yaşamak seninle güzel diye başlardı şarkılar. Bu sonsuz hasret olmasa, bu sabahsız geceler yolumuza çıkmasa, sana bir sırrımı söyleyecektim. Sana, bir dünya hayali taşıyan kelimelerle söyleyecektim, içinden sonsuz ırmaklar akan bir aşkı… Ah sevmek, son bir umutla yola koyulmak değil mi?

Dışarıda biraz kar biraz yağmur var sevgilim. Mevsimler eprimiş bir güzde kalakalmış. İnsan bir şeye hasret kaldığında gerçekte ne kadar yalnız olduğunu bilebiliyor. Bir hasret ne kadar susabilir ki, özlemle yoğrulmuş bir aşkın arkasından… Ver elini bana diyememektir hasret. Bütün iskelelerde yalnız ve sarhoş kalmaktır. Uzaktan uzağa sessizce ölmektir. İnsan yaşamalı derdim her konuşmanın sonunda. Varlığını yücelten bir aşkla yaşamalı ki yaşamak, sevgiyle yunmuş bir yolculuk olsun. Zarif bir endamı bekliyor bütün yağmurlar. Zülfünü rüzgâra bırakmış mahcup bir kadını bekliyor bütün güller…

“Ellerin, ellerin ve parmakların Bir narçiçeğini eziyor gibiEllerinden belli olur bir kadınDenizin dibinde geziyor gibiEllerin, ellerin ve parmakların”

Senin dünyanda narin kuşlar ve yapraklarından aşk akan güller ve karanfiller olurdu. Hayatı kavrardım gözlerinde. Simsiyah bir rüya olurdu gözlerin, daldıkça uyanılmayan… Evlerin ışıkları bambaşka ışıldardı sen henüz uyumamışken. Bir gamzenin kıvrımında kayboldu bütün bir gençlik.. İçimde uçsuz bucaksız denizler ufku zorluyor. Biraz üşüyorum kırgın bir yaz akşamı mehtaba karşı. Yoksun bunu böyle bilmek çok zor…


Faruk YAZAR
Temmuz 2006

Hiç yorum yok: