20 Eylül 2007 Perşembe

MEDYA GERÇEKTEN NE KADAR GÜÇLÜ?

21. yüzyıl bilgi çağı olarak niteleniyor. Kimileri buna iletişim çağı demek istiyor. Teknoloji ve iletişimdeki büyük gelişmelerle dünyamız bilgi ve iletişim tabanlı bir ağ ile sarmalandı.

Savaşları canlı yayında izleyebiliyor ve dünyanın kötülüklerine hep birlikte seyirci olabiliyorduk. Bu bizim gerçeklik konusundaki duyarlılığımızı zayıflattı. Küreselleşme en çok medya alanında belirginleşti. Medya çok konuşulan ve tartışmaların odağında olan bir iletişim kompleksi olarak sürekli gündemde kaldı.

21. yüzyıl karmaşık yapıların oluşturduğu ilginç hegemonik yapılar oluşturdu. Bu hegemonik yapılar, postmodern, küresel ve iş bitirici yönüyle dikkat çekti. Medya, güç merkezli küresel aktörlerin en önemli aracı haline geldi.

"Medya, toplumun yapısını, kurulu düzenini ve bireyler arasında cereyan eden toplumsal ilişkileri yeniden yaratma, yeniden şekillendirme, yeniden üretme ve yorumlama gücüne ve yeteneğine sahiptir.

Semboller, işaretler, sayılar, sözcükler ve resimlerden ya da bunların bileşkesinden oluşan iletiler yalnızca mesaj taşımazlar. Aynı zamanda insanların dünyasını yeniden şekillendirip yorumlar, ona yeni boyutlar kazandırır."[1]

Küreselleşmenin oluşturduğu zeminde iki tür gerçeklik türedi. Birincisi algılanan, ikincisi ise olmakta olan. Gerçeklikler arasında bağlantıların kopması en çok, dünya ölçeğinde daha fazla kaynağa sahip olmak isteyen devletlerin işine yaradı.

Algılanan gerçeklikte, kitle iletişim araçlarının büyük payı olmaktadır. Semboller ve imajlarla çevrelenmiş ve gitgide büyük bir kurguya doğru ilerleyen manipülatif bir gerçeklik tasarımı ile karşı karşıya kalıyoruz.

Bu tasarım, gerçekliği şüphe götürür terör örgütleri (El-Kaide vs.), medeniyetler savaşı ve toplumsal talepleri (eşcinselliğin meşrulaştırılması vs.) ön kabul olarak konumlandırmaktadır. "modern medyalar, kontrol ve kolonizasyon araçları olmaktadır."[2] Medyanın gücü ve işlevi bu noktadan sonra daha da tartışmalı bir hale gelmektedir.

Olmakta olan gerçeklik algı sınırlarının dışında bırakılmış ve tek düzlemli, tek gerçekli bir dünya oluşturulmaya çalışılmıştır. Anlamaya çalıştığımız dünyanın gerçeklik kodları gittikçe karışık bir hal alıyor.

Dil, metaforlar ve semboller aracılığı ile resmini çizmeye çalıştığımız gerçeklik, kavranamaz ve yorumlanamaz bir eşiğe ilerliyor. Kitle kültürü, insanların yorum, analiz, düşünme yeteneklerini kısırlaştırmakta, tutum ve davranışlarını da homojenleştirmektedir.

Birçok araştırmacıya göre medya, nesnel gerçekliği çarpıtıp, tahrif etmektedir. Toplumdaki güç odakları pek çok konuda olduğu gibi medya konusunda da bu anlamda etkindir. Türkiye'de de medya tartışmalı bir yer işgal etmektedir.

Türkiye'deki güç ve iktidar dağılımında medya ana eksen üzerinde durmaktadır. Bu eksende tek başına olduğunu söylemek oldukça zor. Devlet destekli sermaye, askeri erk ve derin siyasi figürler bu ana ekseni kuşatan mekanizmalar olmaktadır.

Türkiye'de medyanın gücü bu mekanizmalarla birlikte düşünüldüğünde daha gerçekçi bir düzlem ortaya çıkmaktadır. Gerçeklik ve değer üretimini medya bu sayılan olgularla gerçekleştirmektedir.

Algılanan gerçeklik, Türkiye'de daha yüzeysel görünümler sergilemektedir. Bu durum siyasal ve sosyal amaçlar için bilinçli olarak kullanılmaktadır. (28 Şubat Postmodern Darbesi)

İbrahim Tatlıses, Semra Hanım figürleri, gözetleme evleri, Anchormen'lerin manipülasyonu, müzik kanalı adı altında kalitesiz, renksiz ve zevksiz melodiler...

Tüm bunlarla medya, üretilen ve hızla tüketilen değerler oluşturmakta ve bunları günlük hayatın içine yerleştirmeye çalışmaktadır. Primitif figürler, varsayılan bir dünya oluşturmakta ve bu dünyanın dilini egemen hale getirmeye çalışmaktadır.

Medya, etki alanı ve kitle üzerindeki hakimiyeti nedeni ile tartışmalı durumundan kolay bir şekilde çıkacak gibi gözükmemektedir. Sosyal sorumluluk sahibi, içinde bulunduğu yerel ve evrensel değerler sistemine bağlı, ilkeli ve prensiplere göre hareket eden medya, geliştikçe tartışmalı medya hayat bulmakta zorlanacaktır.

Türkiye'deki medyanın, siyasetle iç içe geçmiş, eklemlenmiş karmaşık yapısı ile toplum nezdinde güvenilirliği (özellikle bilinçaltı düzeyinde) oldukça zayıftır. Buna rağmen ilkesiz ve etik dışı yayıncılık gün geçtikçe artmaktadır.

Medyayı; siyaset, uluslararası ilişkiler, merkez güçlerin iktidarı ve kayıt dışı ekonominin gücü ile birlikte düşünmek gerekmektedir.

Sonuç olarak, modern medyaların kişilerin toplumların yapısını, kültürlerini, tutum ve davranışlarını güçlü bir şekilde etkileme yeteneğinin olduğunu ve bu yeteneğin kötü amaçlar için çoğunlukla kullanıldığını belirtmeliyiz.

Medya kendi başına ne suçlu ne de masum olabilir. Medyanın araçsallığı onu büsbütün masum bir konumda da tutmamaktadır. Buradaki önemli husus, toplumların medyalara karşı duyarlı ve bilinçli olmasıdır.

Bunun içinde şeffaf ve ilkelerle hareket eden bir toplumsal yapı gerekmektedir. Türkiye açısından bakacak olursak, medya, kamuoyunun serbestçe oluşmasına katkı yapacak bir yapı olmaktan çok, buyurgan devlet ideolojisinin en önemli taşıyıcısı olmaktadır.

Medya, mevcut konumunu terkederek, özgürleşme ve ilkesel hareket etme misyonu ile itibarlı bir yeri hedeflemelidir. Aksi takdirde, toplumsal güven bunalımının en önemli aktörü olacaktır.
Faruk YAZAR
2005

--------------------
[1] http://ilef.ankara.edu.tr, Doç. Dr. Ali Arslan[2] http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/haziran/09/ykaplan.html, Yusuf Kaplan

Hiç yorum yok: