20 Eylül 2007 Perşembe

ALIŞKANLIKLAR ÜZERİNE...


İnsan hayatı rutinlerle çevrelenmiş ablukalarla dolu. Doğası gereği her şeye alışmak zorunda. Ölüme, yaşamaya, katlanmaya, sevmeye...

Günlük hayat alışkanlıklardan ibaret. Her gün aynı saatte kalkmak, her gün aynı otobüslere, vapurlara binmek, her gün aynı yollardan aynı işleri yapmak...

Bu bir mahpusluk durumudur. Alışkanlıklar, özgürlüğümüze getirilmiş en doğal sınırlamalardır.
Her gün aynı sözleri aynı biçimde söylemek ölümdür biraz. Canlılığımızın daha özgür ifade biçimleri olmalı. Her gün ölmekte olan bir insan canlılığını alışkanlıklar, rutinler vesilesiyle duyumsayamıyor.

Oysa duyumsamak sınırların arkasında nelerin olduğuna dair en iyi fikri verir. Kur'an'da zamana yemin ediyor Yüce Yaratıcı. Zaman, ölümle uyanacağımız bir rüyanın varlığını anlatmaya çalışıyor yüzlerimizdeki çizgilere. Alışkanlıklar, hayatı en ince yerlerinden kuşatmış ve bize bir çeşit mahpusluk durumu kurmuşlardır.

Hüznün ve acıların da alışkanlıklar sınıfına girdiğini vurgulamamız gerekir. Neye ve kime olduğunu bilmediğimiz bir hüznün, eşya ve hadiselere karşı aynı tavrı almamıza neden olması oldukça düşündürücü.

İnsan olmak, nedensellik ilişkisi içinde olmayan pek çok şeyi olağan kabul etmemizi zorunlu kılıyor. Çünkü, anlaşılmazlıklarla çevreli hayat. Alışkanlıklar da bir anlamda anlaşılmazdır. Her gün aynı insanlara aynı cevapları vermenin bazen bir açıklamasını bulamayız. Bunun ne kadar anlamsız olduğunu içimizden seslendirir, yine de yapmaya devam ederiz.

Kişioğlu kişisel menkıbesini yaşamak için kendi zihnine ve kalbine yerleşmiş, küçük sınırların esaretini aşabilmeli. Devamlı surette yapıp ettiklerimiz bize korunaklı bir alan oluşturduğundan, sınırların arkasında ne olduğu hakkında bir fikrimiz olmuyor.

Bu alışkanlıklar meselesi, düşünce dünyamızda da aynı etkileri göstermekte. İki yüz yıldır batılılaşma sendromunun oluşturduğu kompleksler neredeyse rutin bir mesele olmuştur.
Özgüvenin kaybıyla küçük kaygıların ve çırpınışların rahat kucağında koca bir millet çok zaman kaybetti. İrtica trajikomik bir rutin teamül değil de nedir? Kendini tekrar eden bir durum gün geliyor bir karikatür oluyor.

Pazar günlerinin dayanılmaz sıradanlığı rutinleşen hayatı daha çarpıcı bir şekilde vurguluyor. Tembellik etmek, gazeteleri şöyle bir incelemek, çoluk çocukla pikniklere çıkmak, sağa sola gitmek vs.

Bir gerilim filminde olduğu hissini verir yaşamdan artık tat almamak duygusu. Her gün akşam facia, ölüm haberleri izlemek ölümdür biraz. Gittikçe duyarsızlığa neden olan rutinler, fark etme eşiğimizi aşağılara çekiyor.

Aynı şeylerden zevk alan, aynı kederleri yaşayan, aynı konulara aynı şekilde hayıflanan kitleler haline geliyoruz. Canlı olmak; her gün yeniden yaratılan evreni keşfetmekle ilgili bir şey olmalı.

Her gün aynı sorulara zihnimizde aynı biçimde cevap aramak ölümdür biraz... Kavrayışın önünde bir engeldir alışkanlıklar. Problemleri anlayamaz ve meseleleri anlamlandıramaz bir hale gelir insan. Bu durum tabii ki önyargıları da kapsayan kompleks bir yapı haline gelmektedir.

Bu yapıyı çözebilmek için varoluşumuzun anlamına ilişkin bir arayış şart olsa gerek. İslam mutasavvıflarının sürekli aramaktan kastettiği şey, "bilincin sınırlarla hapsolmaması için canlılığı duyumsayarak, devingen ve hareket halinde olması gerektiği" olsa gerek.

Kısa bir hayatı kendi ellerimizle iyice kısaltıyoruz. Belki dışarıda kar ve tipi var. Fakat her gün aynı uykuya dalmak ölümdür biraz...

Faruk YAZAR

Hiç yorum yok: