12 Mayıs 2009 Salı

MASANIN ÜSTÜNDE BİR KURŞUN

Kimseler yok. Her yer o kadar tenha ki, cinler ve periler bile bunalmış olmalı. Bu şehirde akşam ve karanlık evlere ne kadar çabuk geliyor böyle. Makarna yaptım yemedim. Evin odalarında dolaşan sessizliği kolaçan edip, duvardaki film afişinde bir şeyler söyleyecekmiş gibi bakan aktrisle konuştum. Çok uzun süre kimseyle konuşmamıştım. Bir süre sonra insan, bir başkasıyla konuşmaya mecbur olduğunun farkına varıyor.

Duvarlar, insanın düşüncelerini ve var olma azmini emen bir heyula gibi. Bugün her günkü akşamdan daha farklı bir sızı dolaşıyor karaltılarda. Her karaltı, insanın ruhuna saplanmış anılarla doğruluyor yerden. Sonra belli belirsiz bir imge olarak karanlığa karışıyor.

Radyoda Kıraç var. Makarna, kıraç ve evin içine dolan bir ürperti. Odada masanın üstünde bir kurşun duruyor. Kurşuna paralel olarak yatağa uzanıp, takvimdeki resim şiirini mırıldanıyorum. Yeni hayat filminde Tom Hanks, mağarada bir beyzbol topuyla konuşuyordu. Bende duvardaki aktrisle konuşuyorum her akşam. Yalnız bir insan için akşam, ölümlü olmanın acı bir resmidir. Akşam bir hırsla insanı tüketir. Şehrin ışıl ışıl yanan lambaları geride kalmış bir umudu diriltmek için artık yeterli değildir.

İstanbul, kendini yalnızlıklara bölüyor her akşam. Koskoca apartmanın ıssız merdivenlerinden hiçbir ses duyulmuyor. Küçük adacıklar içinde Robinson Kruso’lar yaşamaktadır bu evlerde. Her aile bir çeşit Kruso. Radyonun cızırtıları anıların hayal perdesini açmaktadır. İnsan, içinde yaşarken etrafını kuşatan duvarların imgesel baskısını fark edemiyor. Duvarlar, insanın kendisi için ördüğü bir çeşit hapishanedir. İçinde kaybolarak varlığını erittiği bir soğuk mekandır apartman duvarları.

Masanın üstündeki kurşun senaryoda patlamak zorunda olan bir tabancanın soğukluğu ile parıldıyor. Makarnanın yalnızlık duygusu ile olan zorunlu ilişkisi bütün iştahımı kaçırıyor. Odanın dağınık hali, eylülün dağınık yaprakları gibi sere serpe uzanmış ve kasvetli. Bergman, yaşamak bir incinmedir demişti. Ancak, hikayesi olan insanlar incinebilir hayattan. Hikayesini kaybetmiş sokaklar, özlemin ne olduğunu unutmuş yalnızlar kadar büyük ve ıssız bir incinme oluyordu kurutulmuş gül mevsimleri.

Şimdi her şey bir bardak su içip başını yastığa koymuş bir hasta gibi mecalsiz. Bugün afişteki aktriste konuşmuyor, radyoda çalan nihavent şarkılara rağmen. Sessizlik müthiş bir gürültüye dönüşüyor sonra…

Faruk Yazar