20 Eylül 2007 Perşembe

KAMERA İZLEYİCİYE ÇEVRİLMİŞ BİR SİLAHTIR


Son zamanlarda yapılan televizyon programları bir hayli düşündürücü bir profil çiziyor. Medyanın tek kaygısının reyting olduğu bir ortamda her türlü çılgınlığı beklemek doğal bir durum haline geliyor.

Toplumsal sorumluluk fikrinden yoksun bir medya, izlenme uğruna toplumsal yaşamın bütünlüğünü bozucu programları bile gözü kapalı yayınlıyor. Tartışma programlarında insanlar tokuşturuluyor, haberler magazin merkezli kurgulanıyor ve sürekli şöhret yetiştiriliyor.

Türkiye, mesleksiz ve eğitimsiz genç nüfusuyla büyük bir dinamizmi içinde barındırıyor. Bu dinamik nüfusa yönelik sağlam politikalar üretilmediği ve bir gelecek vizyonu çizilmediği için, medyanın "şöhret ve afazi" hastalığına tutulmakta insanlar gecikmiyor.

İnsanlarımız yanlış bir rüyayı görmeye zorlanıyorlar. Yarışma programı adı altında insanlara ulaşamayacakları havuçlar gösteriliyor. Asıl önemli konuda bazı programların çılgınlık düzeyinde bir etkiye ulaşması.

Mesela "Gelinim Olur musun?" programı, kendi içinde ürettiği kahraman(!) karakterleri ile toplumu meşgul ediyor. "Halk istiyor n'apalım!" savunmalarının bir dayanağı yok. Kitle iletişim araçları, doğası gereği etkileme ve manipülasyon imkanına sahip. Bu imkanlar maalesef zaman zaman bazı iyi niyetli olmayan amaçlara da hizmet etmektedir.

Medya, eleştirel düşüncenin gelişmediği toplumlarda siyasal ve sosyal baskı unsuru olarak kullanılabilmektedir. Türkiye'de medyanın birinci güç olduğunu varsayarsak, komplo teorilerinden bir teori beğenmemiz gerekecek.

Medya, kendi güzergahında kaldığı ve sosyal sorumluluk refleksi ile hareket ettiği müddetçe demokratik yaşamın önemli bir parçasıdır. Bu gücün toplum menfaatlerini gözetmesi için hem sivil kurumların bilinçli yaklaşımlarına hem de bazı yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır.

Martin Haydeger , "kamera izleyiciye çevrilmiş bir silahtır" diyor. Bu silah Türk toplumunun en önemli kurumlarından olan aileye çevrildiği zaman ortaya çok farklı sonuçlar çıkıyor.

"Gelinim Olur musun?" programı da toplumun çekirdeğini karıştırıp, onun kimyasına bakmaya çalışan bir program. Programın amacının insanları mutlu etmek, evlendirmek olduğu iddia ediliyor. Birbirlerini hiç tanımayan insanları bir eve kapayıp evlenmeleri bekleniyor.

Hayatın doğal seyrine medya marifetiyle müdahalede bulunuluyor. İlişkilerin kamera önünde yapaylık ve kurmacaya esir edilmesi ile patolojik durumlar üretiliyor.

Medya bu patoloji üremesinden hayli keyifli görünüyor. Programda insanlar birbirlerini tehdit edip, olmadık şeyler yapmaya başlıyorlar. Özel hayata bu şekilde bir manipülasyon yapmak "gerçeklik"duygusunun da köreltilmesine neden olmaktadır. Program yarışma konseptinden çıkıp bir mücadele alanı haline geliyor ve sahnedeki kahramanlar bir şekilde olumsuz rol modeller olarak karşımıza çıkıyor.

Kuşkusuz "kaynana" fenomeni aile kurumunun kurucu unsurları arasındadır. Bu fenomen üzerinden tasarlanmış program izleyiciyi ekrana bağlamak için ataerkil bir kaynana kahramanı icat ediyor.

Bu kaynana üzerinden aile içi didişmeler, kameranın önünde cereyan ederek toplumun bir kesimini ekrana kilitliyor. Programda altınlara kavuşmak için insanlar birbirilerine rol yapıp çeşitli oyunlar oynuyor.

Yapay kavgalarla ortam geriliyor ve yapmacık sevgi gösterileri sunuluyor. Özel hayatın kimyasına bu şekilde bir mercek tutmak, toplumsal ilişkileri dejenere etmekten başka bir anlama sahip değil. Semra Hanım figürü, medyanın tasarladığı kahramana tam olarak uyduğundan bu kahramanın(!) egale edilmesi pek istenmiyor.

Popüler kültür yeni yaşam tarzları ve algılamalar üretirken "değer" olgusunu da bir hayli yıpratıyor. Derinlik fikrinden ve estetik zevkten yoksun popüler kültür, insan ilişkilerini yüzeyselleştirip çocuksulaştırmakta ve anlam kırılmalarına yol açmaktadır. Yurt dışından ithal edilmiş televizyon yarışma programları da böyle bir konuma tekabül ediyor.

Faruk YAZAR

Hiç yorum yok: